Süleyman İrvan
12 Mayıs, Türkiye tarihinin önemli günlerinden biri olarak
anılacak. Bugün, terör örgütü PKK kendisini feshettiğini ilan etti. Böylece tam
40 yıldır süren terörle mücadele dönemi de sonlanmış oldu.
Elbette her şey bir günde düzelecek değil. Ancak “Terörsüz
Türkiye” olarak adlandırılmış olan yeni sürecin sağlıklı biçimde işleyebilmesi
için siyasilere de, topluma da, medyaya da görevler düşüyor.
Ben bu yazıda daha çok medyaya düşen görevler üzerinde duracağım. Medya bilindiği gibi sadece toplumu haber vererek bilgilendiren bir aygıt değil aynı zamanda kamuoyu oluşturan bir güç.
Geleneksel gazetecilik, “kan varsa manşet olur” anlayışıyla habercilik yapıyor. Çatışmadan, sansasyondan ve şiddetten besleniyor. Bu gazetecilik anlayışı sadece acı ve gözyaşı üretiyor, sorunların barışçı çözümü yerine savaşı, çatışmayı körüklüyor. Çok fazla söze de gerek yok. Gazetecilik literatürü bu anlayışı gözler önüne seren çalışmalarla dolu.
Başka bir gazetecilik mümkün
Çatışma gazeteciliği tek seçenek değil elbette. Barış
gazeteciliği olarak bilinen, Türkiye’de özellikle 2000'li yılların başlarından
itibaren gündeme getirilen ve hatta pek çok taraftarı da olan gazetecilik
anlayışını raftan indirmenin zamanı geldi. 2012-2015 yılları arasında yaşanan
barış sürecinde epeyce umutlanmıştık ülke olarak. Neredeyse başarılı da
olacaktı. Sonra ne olduysa oldu süreç akamete uğradı. Geriye dönüp suçlu aramanın
bugüne faydası yok. Belki bugün yeniden barış gazeteciliğini konuşmaya
başlayabiliriz.
Ben barış gazeteciliğini, “çatışmalı durumlarda çatışmayı
körüklemek yerine barış girişimlerini özendiren ve destekleyen, insan haklarını
gözeten ve evrensel gazetecilik etiği ilkelerine önem veren gazetecilik
anlayışı” şeklinde tanımlıyorum.
Barış gazeteciliği anlayışının çıkış noktası şu: Eğer medya çatışmaları
körüklemede olumsuz bir rol oynayabiliyorsa, barışı teşvik etmede olumlu bir
rol de oynayabilir, hatta oynamalıdır da. Nitekim Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
tarafından yakın bir tarihte güncellenen Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk
Bildirgesi’nde barış gazeteciliğine ayrı bir başlık ayrılmış durumda.
Bildirgede deniyor ki: “Gazeteci haber ve yorumlarında
çatışmacılığı değil, barış gazeteciliğini esas almalıdır. Taraflara eşit
mesafede durarak, sansasyonel habercilikten kaçınmalıdır. Çatışmaların görünür
ve anlık etkileri yerine uzun vadeli ve travmatik etkilerine odaklanmalıdır.
Barış girişimlerini görmezden gelmemeli, desteklemelidir.” O halde bu anlayışın
lafta kalmaması lazım. Süreci haber yapan, yorumlayan gazetecilerin barış girişimlerini
desteklemesi lazım.
Barış gazeteciliği ilkeleri
Ben burada bu konuda yazılıp çizilenlerden hareketle, yapılması gerekenleri birkaç maddede sıralamaya çalışacağım. Elbette başka öneriler de yapılabilir.
1. Çatışmaya değil çözüme odaklanmalıdır.
2. “Biz” ve “öteki” gibi keskin ayrımlardan kaçınmak gerekir. Böyle bir karşıtlaştırma doğal olarak ötekini olumsuz biçimde sergilemektedir.
3. Farklılıklara değil benzerliklere odaklanılmalıdır.
4. Tarafların talep ve beklentileri nesnel bir dille aktarılmalıdır.
5. Barışın gerçekleşmesi durumda yaşanabilecek kazanımlar üzerinde durulmalıdır.
6. Toplumun barış sürecine destek olmasını sağlayacak şekilde kamuoyu oluşturulması için çaba gösterilmelidir.
7. Süreci baltalayacak görüşlere daha az görünürlük sağlanmalıdır. Örneğin olumsuz açıklamaları büyüterek haber yapmak sürece zarar verecektir.
8. Barış sürecine uygun bir haber dili kullanmak ve terminolojiyi gözden geçirmek gerekir. Örneğin, “terörist” “cani” “hain” gibi sıfatlar yerine daha nötr adlandırmalar kullanılabilir: “Örgüt üyesi” gibi.
Barış sürecinin başarıyla gerçekleşmesini ve ülkeye huzur getirmesini
dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder