Gazeteci ve aktivizm
tartışmasında öncelikle neyi kastettiğimizi açık olarak ortaya koymalıyız.
Gazetecinin herhangi bir toplumsal sorunun belirli bir politikaya göre
çözülmesini hedefleyen eylemlilik içinde bulunmasını mı anlamalıyız, yoksa
gazetecinin gazeteciliğini belirli bir politik amaç doğrultusunda yapar hale
gelmesini mi anlamalıyız? Örneğin, gazetecinin aynı zamanda çevreci aktivist
olması ve çevre eylemlerinde yer alması başka bir şeydir, Suriye'de olduğu gibi
yurttaş gazeteci kimliğini taşıyanların aktivist gazeteciler olarak savaşı
haberleştirmeleri başka bir şey.
Bu yazıda, aktivist gazetecilik etrafında sürdürülen tartışmaları örnekler ve
farklı görüşler üzerinden aktarmaya çalışacağım.
Akil İnsanlar Heyeti ve gazeteciler
Türkiye'de gazetecilik ve aktivizm tartışması sanırım ilk olarak 2013 yılında
kurulan Akil İnsanlar Heyeti üzerine başlamıştı. Bu heyette epeyce çok sayıda
gazeteci de yer almıştı: Nihal
Bengisu Karaca, Sibel Eraslan, Abdurrahman Dilipak, Avni Özgürel, Hilal Kaplan,
Fehmi Koru, Etyen Mahçupyan, Ahmet Taşgetiren, Vahap Coşkun, Fadime Özkan,
Kürşat Bumin, Oral Çalışlar, Ali Bayramoğlu, Yıldıray Oğur. Ayrıca listede asıl
mesleği gazetecilik olmamakla birlikte köşe yazarlığı yapan Baskın Oran, Murat
Belge, Beril Dedeoğlu gibi isimler de vardı listede.
Gazetecilerin akil insanlar heyeti içinde yer alması doğal olarak bir
tartışmayı da başlatmıştı. Benim dışımdaki okur temsilcileri, gazetecilerin
heyette yer alarak aktivist konuma geçtiklerini savunuyor ve haliyle karşı
çıkıyorlardı.
Milliyet'te Belma Akçura, "Gazeteci aktör değil üçüncü kişi
olmaldır" başlıklı yazısında, "..köşe yazarı olup
da 'akademisyen' ve bu gibi kimlikleriyle öne çıkanların bu komisyonda yer
alması anlaşılabilir. Ancak 'gazeteci' kimliğini öne çıkartanların bu sürece
içeriden değil, dışarıdan katkı sağlamaları tarafsız ve objektif olmaları
açısından önem taşımakta. Gazeteciler akil insanlardan oluşturulacak komisyon
çalışmalarının dışarıdan sıkı takipçisi olabilir ama hükümetin belirlediği bu
komisyon içerisinde yer almak, gazetecilik ilkeleri açısından sorun
yaratabilir" demişti.
Sabah'ta Yavuz Baydar, "Akil insan aktivizmi" başlıklı yazısında, "Ben, pek umudum
olmamakla birlikte, gazetecilerin bu komisyonlardan uzak durması gerektiği
kanısındayım. Gazetecinin görev tarifi, gazetecilik sınırları içindedir.
Gazeteci, görevi gereği haber veya yorum için izlediği kişi, kurum, olgu ve süreçlerin dışında kalabildiği ölçüde,
yaptığı iş açısından halk önünde inandırıcı olur. Ne amaçla olursa olsun,
arabuluculuk, barış aktivizmi, savaş veya
çözümsüzlük eylemciliği, 'akil insan komisyonu'
üyeliği, inandırıcılık açısından sorunlar yaratmıştır,
yaratır" diyerek itirazını ifade etmişti.
Yavuz Baydar yazısında benim görüşlerime de yer vermişti. Söylediğim şuydu: Gazeteciler, barış, demokrasi ve
insan hakları konularında gözlemci rolünün ötesinde bir rol üstelenebilir,
barış girişimlerine, evrensel gazetecilik ilkelerini de gözeterek, aktif
biçimde destek olabilirler. "Kişisel görüşüm de gazetecinin bu konularda
taraf olduğu ve olması gerektiği yönündedir. Dolayısıyla gazetecilerin 'akil
insanlar' komitesi içinde yer almalarında mesleki bir sakınca görmüyorum.
Ayrıca, bir akademisyen olarak desteklediğim barış gazeteciliği anlayışı da
gazetecilerin barışçı çözüm girişimlerine katkıda bulunmalarını gerektirmektedir. Üstelik,
bu komitede gazetecilerin yer almaları halinde, sürecin saydam biçimde
işleyeceğini de hesaba katmak gerekir." Daha sonra, okur temsilcisi
olduğum Yenidüzen gazetesinde (8 Nisan 2013) konuyla ilgili bir yazı yazmış ve
şu notu eklemiştim: "Her ne kadar, kanaat önderi konumundaki köşe yazarı
gazetecilerin bu tür bir barış girişimi komitesinde yer almalarının etik açıdan
sorun yaratmayacağı düşüncesindeysem de, haber yapan muhabirlerin, haberlerin
gazetede nasıl yer alacağına karar veren yazı işleri sorumlularının ve elbette
genel yayın yönetmenlerinin bu komitede olmamaları gerektiğini kabul
ediyorum."
Hürriyet'te Faruk Bildirici de "Yine
gazetecilik zamanı" başlıklı yazısında, "böylesine kritik bir süreçte
'akil insanlar' kadar, gazetecilerin 'eleştirel aklı'na da ihtiyaç var. Biz
gazeteciler, sürecin aktörü değil, izleyicisi rolümüzle daha çok katkıda
bulunabiliriz. Bağımsız ve tarafsız eleştirilerimizle sürecin doğru bir zeminde
ilerlemesini, terörün sona ermesiyle kalmayıp, Kürt sorununun çözülmesi ve
Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecine evrilmesini sağlayabiliriz. Yine
gazetecilik zamanı, işimiz çok..." diyerek, gazetecilerin dışarıda kalması
gerektiğini savunmuştu.
Gezi eylemleri ve aktivist gazetecilik
Gezi eylemlerinin özellikle başlangıç aşamasında ana akım haber kanallarının
eylemleri görmezden gelen tavrı Türkiye'de aktivist gazeteciliğin (ya da
yurttaş gazeteciliğinin) zeminini oluşturdu. Bu süreçte, dokuz8haber,
Ötekilerin Postası, Çapul TV, 140jurnos gibi alternatif haber siteleri aktivist
gazeteciliğin örneklerini verdiler. Bu arada, gazetelerin Gezi eylemlerine
nasıl yer verdiğine ilişkin önemli bir çalışma şuradan okunabilir.
Ceren Sözeri, Evrensel gazetesinde yayımlanan "Gezi'nin gazetecilere
öğrettikleri üzerine" başlıklı yazısında, gazetecilerin aktivizme
kaymasının nedenlerine ve sakıncalarına değindi: "Yargının kontrol altına
alınmasıyla güçlenen bu saldırı ve sürekli kaşınan toplumsal bölünmenin sonucu
medyanın bir kısmı ister istemez kendisini aktivist saflarda buldu. Bu
tanımlamanın üç-dört yıl önce olduğu gibi bugün de bazılarınızın hoşuna
gitmeyeceğinin farkındayım. Yanlış anlaşılmamak için üzerine basa basa bunun
basın özgürlüğüne yönelik saldırıların sonucu olduğunu ifade ediyorum. Derdim
bu kavramın yerleşmesi değil aktivist gazeteciliğin bazı emareleriyle
yüzleşmek, yani iğneyi biraz kendimize batırmak."
Sözeri, Gezi’de ortaya çıkan aktivist gazetecilik pratiklerinin
sokak eylemlerinin dinamiğiyle şekillendiğini ve yerleştiğini söyledi:
"Doğruluğu bazen tam kanıtlanmamış, sosyal medyada etki yaratmaya odaklı,
yalnızca görünen kısmı yansıtan, ‘Bu haber nasıl geliştirilir’in üzerine kafa
yorulmayan bir habercilik ortamının içindeyiz...Ancak diğer taraftan
(Küçümsemek için söylemiyorum) yurttaş haberciliğinin bir tık üstü
gazeteciliğin okurla kurulan ilişkiye zarar verdiğini
düşünüyorum."
Adalet yürüyüşü ve aktivist gazetecilik
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun
Ankara'dan İstanbul'a kadar yürüdüğü Adalet Yürüşü aynı zmanda bazı
gazetecilerin yürüyüşe katılması nedeniyle bir kez daha aktivist gazeteciliği
gündeme taşıdı.
Tartışmayı, takip edebildiğim kadarıyla Hürriyet'te Ahmet Hakan
başlatmıştı. Hakan, gazeteciyle aktivist arasındaki farklar konusunda
şunları söylemişti: "Gazeteci yürüyüşü izler, aktivist yürüyüşe katılır. Gazeteci mesafelidir, aktivist mesafesiz. Gazeteci soru sorar, aktivist slogan
atar. Gazeteci toplanan kalabalığı yazar, aktivist kalabalık toplamaya çalışır. Gazeteci olumsuzu da görür, aktivist sadece olumluyu görür. Gazeteci formasızdır, aktivist üzerinde
“adalet” yazan tişört giyer. Gazeteci soğukkanlıdır, aktivist
heyecanlı..."
Bu yazıya tepki gösterenlerden birisi, yürüyüşe katılan gazetecilerden Ali
Sirmen'di. Sirmen, yürüyüşe "başka
bazı değerli gazeteci arkadaşlarım gibi ben de hem bir vatandaş hem de gazeteci
sıfatıyla katıldım" diyordu yazısında. Aktivist gazeteci yakıştırmasına
ise itiraz ediyordu: "Öküzün altında buzağı arar gibi, her haberin altında
casusluk arayan, gazetecinin salt gazeteciliğinden dolayı, casus, terörist
sayıldığı bir ülkede, herhangi bir parti etiketinin arkasında saf tutmadan,
gazetecilik yapma özgürlüğünü savunan ve üzerindeki tişörtle gazeteciliği
yüzünden casus ve teörist olmakla suçlanan birinin trajedisini yansıtan ben ve
benim gibiler gazetecilik niteliğimizi kaybediyorduk da, malum uçağın
müdavimliğinin bedelini ısmarlama haber ve yorumla ödeyenler, 'gazeteci!' soğukkanlılığı
ve tarafsızlığını koruyorlardı öyle mi? Görevi, bir olayı soğukkanlı ve
tarafsız, önyargısız, suçlamadan, yaftalamadan, yargılamadan yansıtmak olan
gazeteci, bu yükümlülükleri yüzünden, adalete ve zulme karşı eşit uzaklıkta
duran, 'aman tarafsızlığıma toz konmasın!' diye demokrasi ile dikta karşısında bitaraf olan garip bir yaratık
olmak zorunda mıdır? Bu sorulara 'evet' yanıtını verip de zulme ve adalete karşı eşit
uzaklıkta olmayıp, adaleti arayan ve adaletten yana tavır koyanı aktivist
olarak niteleyenler bilmelidirler ki, hak ve özgürlüğünü elde etmek için illa
ki aktivistliğin şart haline getirildiği toplumlarda, bu durumun sorumluları,
adalet ve özgürlük istemlerini yansıtan tişört giyerek, pankart taşıyarak
yürüyen gazeteciler değil, onlara bu yol dışında başka hiçbir imkân
bırakmayanlardır."
Doğan Tılıç, Birgün'deki "Gazeteci: A. Hakan, A. Arslan, A.
Sirmen?" başlıklı yazısıyla tartışmaya katıldı: "Kısacası,
gazeteciliğin saldırı altında olduğu yerlerde, dayanışma göstermek etik bir
zorunluluk sayılıyor. O dayanışmanın biçimini ise genellikle saldırının şiddeti
belirliyor. Bazen yürüyüşe katılmak da yetmiyor, yürüyüşler düzenlemek
gerekiyor!"
Doğan Tılıç tartışmayla ilgili bir başka yazı daha yazdı ve
"Gazeteci-aktivist" başlıklı bu yazısında Prof. Raşit Kaya'nın görüşlerine yer verdi: "Gazeteciler de, bilim
insanları da mesleklerini yaparken elbette ‘objektif’ olmalıdırlar. Bilim
insanı somut ‘gerçekliği/hakikati’ tespit edecek, gazeteci somut ‘gerçeği
yansıtacaktır’. Ama bu, onların ‘tarafsız’ olmasını, ‘taraf’ tutmamasını
gerektirmez. Somut gerçek/gerçeklik
sömürüye dayalı, adaletli olmayan, baskıcı bir düzen pratiği ise elbette bir
insan olarak, toplumun üyesi, bir yurttaşı sıfatlarıyla kendileri de bu
‘pratiğin’ bir nesnesi, kısacası ‘tarafı’ olacaklardır ve bir ‘özne’
olarak mesleki etik anlayışları ve meslek ‘vicdanı’ gereği tepki
vereceklerdir. Böyle durumlarda değişmeden, dönüşümden yana ‘taraf’
olmayan ya da olamayan, mevcut yapıdan/düzenden yana ‘aktivist’ görünmeden de
taraftır, koyu bir taraftardır.”
Hürriyet okur temsilcisi Faruk Bildirici, 'Zafer Arapkirli ile Seyr-ü Sabah'a
yaptığı değerlendirmede, gazetecinin barıştan yana
olmasının, savaşa, ayrımcılığa karşı çıkmasının önemli olduğunu, ancak
"herhangi bir siyasi örgütle, başka bir güç odağıyla bütünleşmemesi,
onunla bütünleşerek bağımsızlığını kaybetmemesi, bundan hareketle o siyasi
hareketin bağından etkilenmemesi" gerektiğini söyledi. Türkiye gibi
ülkelerde ciddi basın özgürlüğü ve demokrasi sorunları olduğunu ifade eden
Bildirici, "Mesleki örgütler defalarca eylemler organize ettiler. Hepimiz
o tür eylemlere katıldık. Biz şimdi orada aktivist mi olduk? Hayır. Tam tersi
gazeteciliğin bu ülkede doğru yapılabilmesini savunduk. Dolayısıyla onların
yapılmasına kimse karşı çıkmaz, çıkmamalı" dedi.
Faruk Bildirici, Hürriyet'te yaptığı değerlendirmede de gazetecilik ve aktivizm
arasındaki sınıra değindi: "Elbette gazetecilik içinde aktivizm barındırır ama
aktivistlik ile gazetecilik arasında da fark var. Gazeteci, aradaki ince
çizgiyi aşıp aktivistliğe kaymamalı. Çünkü o zaman gazeteci, olayın izleyeni ve
aktaranı olmaktan çıkar, öznesi haline gelir."
Ümit Alan Birgün gazetesinde şunları yazdı: "Ahmet Hakan diyor ki, 'aktivistle' 'gazeteci' arasında fark varmış. Evet
haklı var ama laboratuvar ortamında var. Yani gazetecilik yapmak için bile
'aktivistlik' yapma zorunda kalmıyorsan var. Bugün ana-akım medyada bazı
şeylerin haber olması için 'aktivist' olmak bile yetmiyorsa gazeteci ne
yapsın?"
Etik ilkeler ve aktivist gazetecilik
Bu konudaki en farklı düzenleme, UNESCO çatısı altında 1983 yılında yayımlanan
ve birçok uluslararası gazetecilik örgütü tarafından benimsenen
"International Principles of Professional Ethics in Journalism"
isimli belgedir. Belgenin 8. maddesi gazetecilerin
evrensel değerlere ve kültürel çeşitliliğe saygı göstermesi gerektiğini
söylemektedir: "Gerçek gazeteci, barış, demokrasi, insan
hakları, toplumsal gelişme ve ulusal özgürleşme gibi insanlığın evrensel
değerlerini savunur. Gazeteci, toplumun demokratikleşmesine yönelik
toplumsal dönüşüme etkin bir biçimde katılır ve diyalogla uluslararası
ilişkilerde barışın ve adaletin yeşerebileceği bir güven ikliminin oluşumuna
katkıda bulunur." 9. madde daha da ileri giderek savaşların
sonlandırılmasında ve kötülüklerle mücadelede gazeteciyi göreve çağırmaktadır:
"İnsanlığın evrensel değerlerine etik bağlılık, gazetecilerin saldırgan
savaşları, şiddeti, nefreti, ayrımcılığı, özellikle de ırkçılığı ve ırk
ayrımcılığını körüklemesinden veya haklılaştırmasından kaçınmasını gerektirir.
Böylece gazeteciler, halklar arasındaki bilgisizliğin ve yanlış anlamaların
ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilir, bir ülke insanlarının diğerlerinin
gereksinimlerine ve arzularına duyarlı hale gelmelerini
sağlayabilir."
Amerikan Profesyonel Gazeteciler Derneği (SPJ) etik ilkesine göre, "gazeteciler, tarafsızlıklarını
ortadan kaldıracak ya da güvenilirliklerine zarar verecek politik ya da diğer
etkinliklere dahil olmaktan kaçınmalıdırlar."
Kanada Gazeteciler Derneği etik ilkesi, aktivist gazeteciliği onaylamamaktadır: "Haberini yaptığımız
hareketlerde ya da etkinliklerde görev almayız."
Alman Basın Konseyi ilkesine göre, "gazeteciler ve
yayıncılar basının güvenilirliğine gölge düşürecek her türlü etkinliğe
katılmaktan uzak durmalıdırlar."
Washington Post gazetesi de her tür aktivizmi yasaklıyor: "Haberleri adil biçimde
aktarmamızı riske atacak şekilde siyasete, toplumsal olaylara, eylemlere veya
gösterilere aktif katılımdan kaçınırız."
TGC tarafından kabul edilen Türkiye
Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nde açık biçimde söylenmese bir belli
konularda gazetecinin aktivizmine kapı araladığı söylenebilir: "Gazeteci, basın
özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde
kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve otosansürle mücadele etmeli, halkı
da bu yönde bilgilendirmelidir...Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan
hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği,
farklılıklara saygıyı savunur."
Aktivist gazeteciliği savunan da var eleştiren de
Gazetecileri Koruma Komitesi Direktörü Joel
Simon, çevrimiçi gazetecilikle ilgili bir uluslararası sempozyumda yaptığı
konuşmada, Wikileaks'in kurucusu aktivist-gazeteci Julian Assange'ı örnek
göstererek şunları söylüyor: "Eğer Assange sızıntı
belgeleri yayımlamaktan yargılansaydı, bütün gazeteciler risk altında olurdu.
Gazetecileri aktivistlerden ayıran çizgi bir miktar bulanık olduğu sürece
gazeteciler daha özgür ve daha güvendedirler." Joel Simon,
"What's the difference between activism and journalism?" başlıklı
yazısında, aktivist gazetecileri gazeteci saymamanın tehlikelerine işaret ediyor:
"Çoğu ülkede, 'basın özgürlüğü'nden yararlanan 'geleneksel' gazeteciler en
güvenilir ya da en bağımsız haber kaynakları değildir. Tahrir Meydanı
isyanındaki Mısır'a bakalım. Mısır'daki çoğu profesyonel gazeteci
otoritelerden talimatlı gazetecilik yapmaya devam ediyordu. Bloggerlarla ve
aktivistlerle birlikte hareket eden sadece küçük bir azınlık gazeteci grubu
Hüsnü Mübarek'in enformasyon ablukasını kırabilmişti."
İngiliz gazeteci Dan Gillmor, özellikle internet ve özgürlüklerle ilgili olarak
gazetecilere şu çağrıyı yapıyor: "Lütfen temel özgürlükler için
aktivist olunuz. Denetime karşı kampanya yapınız, daha saydam sistemler ve
teknolojiler için kampanya yapınız." Gillmor bir başka yazısında
gazetecilerin en azından bazı durumlarda aktivist olmaları gerektiğini söylüyor: "Dünyanın birçok yerinde
gerçek gazetecilik yapmak aktivizmdir, çünkü bazı toplumlarda doğruyu söylemek,
değişime kapı aralamaktır."
Yine bir başka İngiliz gazeteci Dilly Hussain şunları söylüyor: "Arap Baharı sırasında,
Suriye'de devam eden olaylarla ve şimdi de Gazze'deki savaşla ilgili olarak
kendimi 'tarafsız' bir gazeteciden çok bir politik aktivist olarak görüyorum,
çünkü gözlerimin önünde adaletsizlikler olurken taraf tutmaktan nasıl
kaçınacağımı bilemiyorum."
David Brewer, medya aktivisti olarak tanımlanması karşısında şu cevabı veriyor: "Eğer gazetecilik
nesnel, tarafsız ve adil olmaksa, gazeteci aktivist olamaz... Ancak, eğer bir
gazetecinin görevi gerçeği aramaksa, sesi duyulmayanların sesini ve görüşlerini
aktarmaksa, ırkı, dini, siyasal görüşü ve toplumsal statüsü ne olursa olsun tüm
toplumu temsil etmekse, o halde gazeteci özünde ifade özgürlüğü
aktivistidir."
Noor Tagouri, "Blurred Lines: Journalism or Activism?" başlıklı yazısında, "Gazetecilik doğruyu
söylemekle ilgilidir. Aktivizm, haklı ve doğru olduğu düşünülen bir neden için
savaşmakla ilgilidir. Peki, ya gazetecinin aktardığı haber uğrunda savaşmayı
gerektirecek haklı bir nedenle ilgiliyse?" diye soruyor. Tagouri yazısında,
Bosna savaşında taraflı habercilik yapmakla eleştirilen CNN muhabiri Christiane
Amanpour'un savunmasına da yer veriyor: "Bosna gibi, etnik temizliğin söz
konusu olduğu bir savaşta olanı olduğu gibi aktarma ve doğruyu söyleme
göreviniz var. Bu bağlamda nesnellik, tüm tarafları haberde adil biçimde temsil
etmek ama asla yanlış bir ahlaki denkleştirme yapmamaktır. Dolayısıyla ben
haberlerimde kimin saldırgan kimin mağdur olduğunu söyledim ve bundan da gurur
duyuyorum, çünkü yapmamız gereken de buydu."
Stephen M. Walt'ın Foreign Policy dergisindeki "On Activist
Journalism" başlıklı yazısı bu konuda mutlaka okumaya değer
yazılardan biri. Walt, gazeteciyi aktivist olmakla suçlayanların kafasında
keskin bir ayrım olduğunu; bir tarafta ciddi, nesnel ve dolayısıyla saygı
gösterilmesi gereken gazeteciler bulunduğunu, diğer tarafta ise partizan,
yanlı, güvenilmez ve dolayısıyla daha düşük bir pozisyonu hak eden gazeteciler
olduğunu söylüyor: "Buna iki itirazım var. Birincisi, birini aktivist
olmakla suçlamak, desteklemediğimiz bir yorumu ya da haberi marjinalleştirmeye
çalışmanın ucuz yoludur... İkincisi ve daha önemlisi, tümüyle 'nesnel' bir
gazeteci olamayacağıdır." Walt, "aktivist gazeteci" "gerçek
gazeteci" gibi ayrımların yanlış olduğunu, bunun yerine, iyi/kötü,
güvenilir/güvenilmez, dürüst/sahtekar gazeteci gibi ayrımların yapılması
gerektiğini savunuyor.
Ruşen Çakır, aktivist gazeteciliğe karşı çıkanlardan: "Biz aktivist değiliz,
gazeteciyiz. Eskiden militan denirdi, şimdi aktivist deniyor. Biz
aktivistlerin aktivitelerini haberleştiririz, ama kendimizin aktivist olması
gerekmiyor. Tavır almamız kesinlikle gerekmiyor...Bizim öncelikle yapmamız
gereken, gazeteciliğin evrensel kuralları çerisinde haberi olabildiğince nötr
bir şekilde vermek."
Esra Arsan, "Gazetecilik bitti, aktivizm verelim" başlıklı yazısında gazetecilerin sosyal medya
aktivizmini eleştirdi: "Sosyal medya
çağında olgular ve rakamlar o derece anlamsız kalmış ki, yorum her zamankinden
daha beter bir şekilde gazetecinin silahı haline gelmiş. Bu durum kuşkusuz
gazeteciyi de her zamankinden daha beter bir şekilde siyasal aktöre
dönüştürüyor, onu haberciden çok bir aktivist haline getiriyor. Gazetecilik
doğası gereği kendi içinde bir aktivizm barındırır. Hak aramayı, ezilenin
yanında olmayı, sesi duyulmayanın sesi olmayı şiar edinmeyene, gizli kapaklı
kötülükleri ortaya dökmek için cesurca araştırma yapmayana gazeteci denmez. Ama
haberciliğin dikenli yollarına girmek yerine aktivist yorumculuğun konforuna
sığınmak da ne derece gazetecilik olarak tanımlanabilir?"
Yasemin Giritli İnceoğlu, BİANET için
yazdığı Gazeteci-aktivist ikilemi başlıklı
yazısında aktivist gazeteciliğin olumsuzluklarına değiniyor: "İfade özgürlüğü ve
özgür basın geleneğine sahip Batı demokrasilerinde, gazetecilerin aktivist
olması fikri genellikle gazetecilik normlarına aykırı olarak görülüyor.
Habercinin öncelikle aktivist mi yoksa gazeteci mi olacağına karar vermesi
gerekiyor zira her ikisi aynı zamanda olunmaz. Eğer gazetecilik nesnel, adil,
şeffaf ve etik olmak ise, şüphesiz gazeteci haberleştirdiği eylemin içinde yer
almamalı; manipülasyon tuzağına düşmeden, gazeteciliğin evrensel ilkelerine
sadık kalmalı, yaptığı haberdeki belli bir gruba sempati ve/veya antipati duyup
duymadığına bakmaksızın, haberde kullanacağı kelime ve kaynak seçiminde itinalı
olmalı ve aktivistin hedeflerine ulaşması için kendini kullandırmamalı.
Gazetecinin etkinliklere katılmaktan uzak durmaları gerektiği konusunda
neredeyse etik ilkelerin hepsinde bir mutabakat söz konusu. Gerekçe olarak da
haberlerin adil olarak verilmesine engel oluşturduğu ve mesleğin güvenirliğine
zarar verdiği gösterilmiş."
2018 yılında yayımladığı Ben de Sizin
İçin Üzgünüm isimli kitabıyla aktivist gazetecilik konusunda bir tartışma
başlatan gazeteci Kadri Gürsel, Birikim için yazdığı "Ana Akım Medyanız Nasıl Olsun?" başlıklı
yazısında aktivist gazetecilik kavramına neden mesafeli olduğunu açıklıyor:
"Bana göre bir gazetecinin angaje olabileceği tek meşru aktivizm basın ve
ifade özgürlüğü için yapılandır.. Gazeteciliği savunma amacının ötesine
geçen ve bir siyasi gündeme bağlı olarak yapılan aktivizm, gazeteciliği
araçsallaştırdığı nispette mesleğe zarar verir. Profesyonel gazetecilerin,
gazeteciliği savunmaktan başka bir tutum ve eyleme ihtiyaçları
yoktur. Tekrar ediyorum: Gazetecilik, gazetecilik için yapılır,
yapılmalıdır."
Geleneksel gazeteciliğin kusurlarını ortadan kaldırmak için geliştirilen barış gazeteciliği, halk gazeteciliği (public journalism), yurttaş gazeteciliği, hak haberciliği gibi gazetecilik pratikleri özlerinde aktivist gazeteciliği barındırmakta ve hatta aktivist gazeteciliği özendirmektedirler. Temel çıkış noktaları da, tarafsız gözlemci statüsündeki geleneksel gazeteciliğin statüko lehine işlediği, objektifliğin bir mitten ibaret olduğu, gazetecilerin sorunları sadece haber yapmakla kalmayıp çözümlerine de aktif katkı yapmalarının daha doğru olduğu şeklindeki anlayıştır.
Sonuç olarak, aktivist gazetecilik geleneksel gazeteciliğin olaylar ve sorunlar konusunda toplumları kendisinden beklenen şekilde tam ve doğru bilgilendirme işlevini yerine getiremediği durumlarda ortaya çıkan, koşulların dayattığı bir alternatif gazetecilik anlayışıdır. Aktivist gazetecilik tek başına iyi ya da kötü değildir. Tıpkı geleneksel gazetecilikte olduğu gibi aktivist gazetecilikte de kaliteyi belirleyen içeriktir.
NOT: Türk Dil Kurumu aktivizmi, "Toplumsal veya politik değişim meydana getirmek, belirli sorunlara dikkat çekmek için özel amaçlı etkinlik gerçekleştirme" olarak tanımlamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder