Yazarlar neden kovuldu?
T24, Akif Beki'nin gazeteden kovulma nedenini, "son günlerde AKP için yazmış olduğu eleştirel yazılar olduğu öne sürüldü" şeklinde verdi. Karar gazetesindeki haberde ise, "Hürriyet yönetiminin Akif Beki ile yollarını ayırmasında, Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden ayrılan Mehmet Görmez'e destek verdiği son yazılarının etkili olduğu ileri sürüldü" ifadesi kullanıldı. Veda yazısında gazeteden gönderilme nedenine hiç değinmeyen Akif Beki, "Bu süre zarfında yönetim katından hiçbir müdahaleyle karşılaşmadım. Hatası sevabıyla yazdıklarım kendi fikrim, kendi seçimlerimdi" dedi. Belli ki, Akif Beki'nin gönderilmesinde fikirlerinden çok, son dönemde hükümete yönelik eleştirilerinin bir payı var. Gerçek neden başka da olabilir elbette.
Nuray Mert'e gelince, onun ta en başından beri bazı Cumhuriyet yazarları tarafından zaten gazetede istenmediği herkesin malumu. Örneğin Mine Kırıkkanat, 2015'te daha Nuray Mert gazetede yazmaya başlamadan, gazetenin yazar kadrosuna alınmasını eleştirmişti. Kırıkkanat, "Batık Radikal" yapılmaya çalışıldığını savunarak, "kendisinin de dahil olduğu isimlerin Cumhuriyet’ten tasfiye edileceğini" ileri sürmüştü. Orhan Bursalı, katıldığı bir radyo programında Nuray Mert'in kapının önüne konması gerektiğini savunmuştu 2017'nin başında.
Oda TV'nin haberine göre, Nuray Mert'in Cumhuriyet'ten gönderilme gerekçesi, son dönemdeki yazılarının Cumhuriyet'in yayın ilkeleriyle ters düşmesi: "Mert, son günlerde özellikle evrim teorisi ve müftülere nikah yetkisine ilişkin yazılarıyla dikkat çekmişti." Nuray Mert, Medyascope'ta şu açıklamayı yaptı: "Orhan Erinç, beni arayarak teşekkür etti. Gazetenin 'laiklik ve Atatürkçülük gibi ilkeleri ile uyuşmadığım için benimle çalışamayacaklarını' belirtti. Benim bu ilkelerle sorunum yok. Zaten, benim Cumhuriyet gazetesinin davetine icap etmem gayet zor oldu. Farklı görüşlerde olduğumuzu söylememe rağmen, yeni yönetim, yeni bir perspektif yaratmak istediklerini söyleyerek davet etti. Ben de bu çerçevede yazmaya başladım. Aslında her şey ortada. Kendilerine de söyledim, biz Türkiye’de iktidar partisini ve onun gibilerini, farklılıklara tahammülsüzlükleri nedeniyle eleştiriyoruz. Ama, anlayış açısından iktidara muhalefet eden gelenek de en az onlar kadar tahammülsüzler ve onlardan farksızlar."
Cumhuriyet gazetesi nihayet Nuray Mert'in neden kovulduğunu 11 Ağustos'ta yani olaydan üç gün sonra açıkladı: "Cumhuriyet’in yayın çizgisini belirleyen ilkelerde ‘Cumhuriyet ülkemizde her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için bütün varlığı ile çalışacaktır’ denmekte ve hemen ardından ‘Cumhuriyet, Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığı aydınlanma yolunda, aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir’ cümlesi eklenmektedir. Gazetemiz için bu ilkeler bağlayıcıdır ve yayın çizgisinin bu ilkeler çerçevesinde yürütülmesini sağlamak bizlerin görevidir."
John Keane'in Türkçe'ye Haluk Şahin tarafından çevrilen önemli bir kitabı var: Medya ve Demokrasi. Eğer hala okumadıysanız, alıp okumanızı öneririm. O kitabın basın özgürlüğünü ele alan ilk bölümünde filozofların görüşleri yer alıyor. John Keane, bu bölümde ifade ve basın özgürlüğü savunusu konusunda dört felsefi yaklaşımı özetliyor.
Birincisi teolojik yani dinsel yaklaşım. John Milton'un savunduğu bu yaklaşıma göre, Tanrı insanlara iyi ve kötüyü ayırt etmeleri için akıl vermiş. "Kötülük iyiliği sınamak için vardır.. İyiyi bilmenin tek yolu kötüyü tanımaktır. Bu nedenle, farklı ve çatışan fikirlerin hoş görülmesi bireysel basiretin ve erdemin temel koşuludur." Bu yaklaşıma göre, ifade ve basın özgürlüğüne müdahale, Tanrı'nın insanlara verdiği aklı reddetmek anlamına gelir.
İkincisi, doğal haklar yaklaşımı. John Locke, Tom Paine ve Matthew Tindhal gibi düşünürlerin savunduğu bu görüşe göre, ifade ve basın özgürlüğü doğal haklar arasındadır. Bu doğal hak, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde şu şekilde ifade edilmiştir: Madde 19: "Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır."
Üçüncüsü, faydacı yaklaşım. James Mill ve Jeremy Bentham tarafından savunulan bu görüşe göre, ifade ve basın özgürlüğü sayesinde yurttaşlar kendileri için en iyi olanı seçebilirler, basiretli kararlar alabilirler. İfade ve basın özgürlüğü toplumun genel iyiliğini sağlayan bir özgürlüktür.
Dördüncüsü, hakikat yaklaşımı. John Stuart Mill tarafından savunulan bu yaklaşıma göre, hakikate ancak kısıtlamasız tartışma yoluyla ulaşılabilir. John Stuart Mill'in bu konudaki görüşlerini önemsediğim için biraz uzunca alıntılayacağım. Mill, ifade ve basın özgürlüğünün neden önemli olduğunu üç gerekçeye dayandırıyor: "İlkin, hükümet ya da sivil toplum tarafından yanlış olduğu iddiasıyla susturulan herhangi bir düşünce aslında doğru olabilir..Doğru olma potansiyeli taşıyan kanı ve düşünceleri sansür etmek isteyenler doğal olarak onların doğruluğunu yadsırlar. Ne var ki, bunu yapmakla kendi öznel yargılarının mutlak doğruya eşit olduğu varsayımını kabul etmiş olurlar... Yanılmazlığı kendi tekeline almak, potansiyel doğruyu ve hakikati baskı altına almak demektir. İkincisi, bir düşünce yanlış bile olsa, içinde birkaç dirhem hakikat de bulunabilir. Herhangi bir konuda egemen olan görüş hemen hiçbir zaman hakikatin tamamı değildir. Bu nedenle tam hakikate ancak bu düşünceyi diğer düşüncelerle, zıt görüşlerle karşılaştırarak varılabilir. Toplumsal konularda hakikate ulaşabilmek için zıtları birleştirip uzlaştırmak zorunludur... Sonuncu olarak, bir görüş hakikatin ta kendisi olsa bile eğer karşı fikirlerle zorlanmazsa bozularak önyargıya dönüşür."
İfade ve basın özgürlüğüne ilkesel yaklaşmak
Türkiye'de kime sorsanız ifade ve basın özgürlüğünden yana olduğunu söyleyecektir. Ancak, ifade ve basın özgürlüğünden genelde anlaşılan şöyle bir şey: "Benim gibi düşündüğün sürece ifade özgürlüğünü savunurum." Oysa şunu diyebilmeliyiz: Senin gibi düşünmüyorum, görüşlerine de hiç katılmıyorum, ama görüşlerini açıklama özgürlüğünü savunurum." Aslında bunları 1700'lerde Voltaire söylemişti.
Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü konusunda tek sorun iktidarın basına yaklaşımı değil. Özgürlükleri savunan gazetelerin gazetecilerin bile yaklaşımlarında sorun olabiliyor. Radyo programında da ifade ettiğim gibi, tutarlı olmak ve bizim gibi düşünmeyenler de dahil olmak üzere herkesin fikirlerini özgürce ifade edebilmesini savunmak zorundayız. Mesleki etik ilkeleri ihlal bağlamında hakaret, karalama, küçük düşürme, uydurma, çarpıtma, intihal, cinsiyetçi, ötekileştirici, nefret söylemi içeren ifadeler kullanma, çıkar çatışmalarına yol açacak işler yapma gibi bariz nedenler olmadıkça bir gazetecinin/köşe yazarının görüşlerini açıklamasına engel olmak, kovulmasını savunmak basın özgürlüğü idealiyle bağdaşmaz. Köşe yazarları nihayetinde kişisel görüşlerini yazan insanlar. Her konuda gazete yönetimiyle ya da okurlarla aynı şeyleri düşünmek zorunda değiller. Ayrıca, Cumhuriyet de dahil olmak üzere Türkiye'de hiçbir gazetenin homojen bir okur kitlesi olduğu söylenemez. Zaten aynı şeyleri düşünmek ve yazmak zorunda olsalardı, o kadar köşe yazarına da gerek olmazdı. Gazeteler isterlerse ABD'de ve İngiltere'de olduğu gibi sorunlar konusundaki görüşlerini başyazılarla (editorial) aktarabilirler.
Farklı görüşler
Nuray Mert'in gönderilmesi sonrasında epey yazı yazıldı, tweet atıldı. Hasan Cemal, "Cumhuriyet'in Nuray Mert kararını kınıyorum!" başlıklı yazısında şunları söyledi: "Görüşlerini beğenirsiniz, beğenmezsiniz. 'Evrim teorisi'ne ilişkin yazısına kızabilirsiniz. Müftü nikâhı hakkında yazdıklarına katılmayabilirsiniz. Olabilir, farklı bakış açıları... Ama ifade özgürlüğü bunun için vardır. Farklılıkları savunabilmekten geçer özgürlük...Eğer Cumhuriyet büyütülmek isteniyorsa, daha etkili bir gazete amaçlanıyorsa, bunun yolu gazetenin yorum ve haber yelpazesinin genişletilmesinden geçiyor...Her ciddi gazete gibi, Cumhuriyet'in de hiç kuşkusuz bir editoryal çizgisi olacaktır. Ama bu çizgi, 'yorum ve haber yelpazesi'nde daralmaya yol açmayacaktır..."
T24'te Yılmaz Murat Bilican, "Nuray Mert'siz bir Cumhuriyet daha mı iyi bir gazete oldu?" başlıklı yazısında şunları söylüyor: "Memleketi tek ses, tek lider, tek düşünce olarak görmek isteyenlerin yönetimi altında kasıp kavrulduğumuz, farklı olanın düşman bilinip kodlandığı, hapse tıkıldığı bir dönemde çok üzücü bir karar bu. Hele ki Cumhuriyet’in yönetici ve yazarlarının aynı kodlamalarla hapse tıkıldığı bu günlerde kabul edilmesi daha da güç bir karar. Farklı olana, farklı düşünene tahammülsüzlüğün sadece iktidara ait bir özellik olmadığını, bu toplumun kendisine solcu, sosyalist, sosyal demokrat, ilerici diyen çevreleri için de geçerli olduğunu düşündüren bir karar."
T24'te Ahmet Talimciler, "Demokratlığımız da bize özgü" başlıklı yazısında, "Demokratlık konusunda bu ülkenin sağ’ı da, sol’u da hiçbir dönem iyi sınavlar vermemişlerdir. Benzer durum kendisini ilerici, çağdaş, laik olarak görenler açısından da maalesef böyle tezahür etmiştir. Her ne kadar bu cenahtakiler, demokratlık konusunda kendilerini yerlere göklere sığdırmama gibi bir anlayış içerisinde olsalar da, durum bu minval üzerinde cereyan etmektedir. Bunun en son örneği ise Cumhuriyet gazetesinin Nuray Mert’in yazılarına son vermesi durumudur" dedi.
T24'te Oya Baydar, "Tekçi bağnazlığımızın aynası: Cumhuriyet vakası" başlıklı yazısında, "Nuray Mert’in, evrim konusunda olsun müftülük nikahı konusunda olsun, görüşlerine katılmıyorum. Aynı gazetede görüşlerine, üsluplarına hiç mi hiç katılmadığım başka yazarlar da var. Böyle bir çeşitliliğin okur açısından olduğu kadar gazete yönetimi açısından da zenginlik olduğunu düşünüyorum. Kişilik yıpratmasına, haysiyet cellatlığına soyunmadan, hakaret etmeden, ihbar etmeden farklı görüşler gazete içinde de tartışılabilmeli; okur bütün görüşlerden haberdar olup kendi düşüncesini özgürce üretmeli. Hele de eğitimli, nitelikli okuruyla övünen Cumhuriyet gibi bir gazetede… Ama, ah o genlerimize işlemiş tekcilik! Ah o 'benden farklı düşünen, benim doğrumu kabul etmeyen susturulmalıdır' anlayışı…" diye yazdı.
Yeni Şafak'ta Kemal Öztürk, "İlk taşı günahsız olanınız atsın" başlıklı yazısında, "Her gün, her kesimden meslektaşımız, yazarlar işinden oluyor, yazısı sansürleniyor, baskı görüyor. Yine de her mahalle kendi muhtarını övüyor ve hatalarını görmezden geliyor. Ve her mahalle günahını gizlemekte usta zannediyor kendini. Oysa değiller" dedi.
Sözcü'de Ümit Zileli, "Paydaş liberallerin kepaze geçmişi" başlıklı yazısında, "Nuray Mert'in sütununun kapatılması gayet doğru bir karardır bence, ama yetmez!... Gazetenin böylesine acıklı bir konuma savrulmasında emeği geçenlerin tümü o kapıdan dönmemecesine çıkıp gitmedikçe olmaz... Cumhuriyet'in kurtulmasının biricik yolu budur" diye yazdı.
Evrensel'de Esra Arsan, "Cumhuriyet ve Nuray Mert" başlıklı yazısında, "Bir gazete, hem muhalifliği nedeniyle iktidarın hedefiyken, yazarları ve yöneticileri hapse atılırken, aynı zamanda gazetenin yayın ilkelerine aykırı yazılar yazan ve okurlarını dehşete düşüren bir köşe yazarının yazılarına son verebilir mi? Bence verebilir" diyerek Cumhuriyet'in kararını olumlayan bir yazı yazdı. Aslında Esra Arsan soruyu şöyle de sorabilirdi: Bir gazete hem ifade ve basın özgürlüğü savunusu yapıp hem de ifadelerinden dolayı bir yazarının yazılarına son verebilir mi? Ayrıca, Esra Arsan'ın, bakınız ABD'de St. Louis Post-Dispatch gazetesinin köşe yazarı Stacy Washington'u, bireysel silahlanmayı destekleyen köşe yazısı nedeniyle işten çıkardığını savunarak, "Böyle düşünen bir köşe yazarının da düşüncesini yazılarında ifade etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ancak bir gazetenin yayın ilkelerini ve okur hassasiyetlerini dikkate almadan yazılan yazılar, o gazetenin okurlarıyla yöneticilerini karşı karşıya getirir. Bu durum sadece gazete yönetiminin değil, aynı zamanda yazarın da sorunudur. Çünkü çalıştığı gazetenin yayın ilkelerine aykırı görüşleri savunan bir yazar, zaten kendisi isyan bayrağını çekmiş demektir" diye yazdı. Oysa durum biraz farklı. Gazete, yazarın Ulusal Silah Derneği (National Riffle Association) ile olan ilişkilerinin açığa çıkması nedeniyle "çıkar çatışması" oluştuğunu, bu nedenle yazarın yazılarına son verdiğini açıkladı: "Köşe yazarlarının, çıkar çatışmasına yol açabilecek konularda yazdıklarında çıkar çatışmasını tümüyle açıklamaları beklenir." Nasıl, doğru bir ilke değil mi?
Cumhuriyet yazarları savunmada
Nilgün Cerrahoğlu, "Cumhuriyet'te ifade özgürlüğü" başlıklı yazısında, Nuray Mert'in kovulmasını şöyle savunuyor: "Laiklik', bu gazetenin kırmızı çizgisi. Mert bu kırmızı çizgiyi yok var sayarak, Cumhuriyet’i kişisel 'blog' misali, özel gündeminin bir şahsi platformu olarak gördüyse yanılmıştır."
Ali Sirmen, "Zorunlu bir açıklama" başlıklı yazısında, ifade özgürlüğünün sınırını çiziyor: "Demokrasinin temel öğelerinden birinin ifade özgürlüğü olduğu konusunda en ufak şüphem yok. Ama hemen belirtmeliyim ki her düşüncenin kendini her türlü siyasal ve ekonomik baskıdan azade olarak, ifade olanağına sahip olması demek olan ifade özgürlüğü her şeyin, her yerde savunulması anlamını taşımaz...Nasıl, Zaman gazetesinde laiklik savaşımını sürdürmeye kalkışmak, onu yapana da Zaman gazetesine de laikliğe de bir şey kazandırmayacak bir saçmalık ise laik Cumhuriyet’in kazanım ve ilkelerini savunmak için kurulmuş ve bütün tarihi boyunca bu işlevine titizlikle sahip çıkmış Cumhuriyet gazetesinin de laik Cumhuriyet veya Kemalizm ile hesaplaşma platformu haline getirilmesine seyirci kalınması, demokrasi ve ifade özgürlüğü değil, eninde sonunda gazeteye zarar verecek olan (nitekim vermiştir de) bir başı bozukluktur."
Orhan Bursalı, "Cumhuriyet'e saldırı: Liberal mantığın sefaleti" başlıklı yazısında şunları söylüyor: "Neden Türkiye ve dünyada bu kadar farklı görüşler savunan medya var? O zaman tüm medyayı tek bir noktada birleştirelim ve herkes görüşlerini orada yazsın. Böyle bir şey olabilir mi? Her yayın organının “editoryal”, “kuruluş yayın ilkeleri” var. Bu doğrultuda dünyaya ve olaylara bakarlar...Suçlamalar, Cumhuriyet’e, bir varlık olarak kendini savunma - var etme hakkına saldırıdır. Herkesin liboşluğa bulaştığı ortamda bulaşmayanlara tahammül yoktur. Nuray Mert gibilerin neden peşinden koşuldu?"
Mine Kırıkkanat, "Cüppeli ve cüppesiz fırsatçılık!" başlıklı yazısında Nuray Mert'in gönderilmesinin neden doğru olduğunu şöyle açıklıyor: "Cumhuriyet’in aydın ve kadim okuru, Nuray Mert’in kontra gibi sunup nabza göre verdiği popülizm şerbetini yutmadı!..Nuray Mert’i, gazetesinin ilkeleriyle bütünleşen okurunun onun gibi laiklik düşmanlarına asla yar etmeyeceği Cumhuriyet’ten, benim için 2005’te Radikal gazetesinde yazdığı Türkçesi bozuk tümceyle uğurluyorum: 'Bu noktada, şahsen, bu dille yazan biriyle aynı gazetede yazmaktan utandığımı ve kamuoyundan özür dilemek durumunda hissettiğimi açıklamak gereği duyuyorum'."
Işıl Özgentürk, "Kara çarşafın karanlığında" başlıklı yazısında şunları yazdı: "Bu arada bazı arkadaşlar, ne kadar demokrat ne kadar insan haklarına saygılı olduklarını göstermek için gazetemizin yayın ilkelerine ters düştüğü için görevine son verilen Nuray Mert’in üstünden hepimize ders vermeye çalışıyorlar. Bu arada gazeteyi almadıklarını da göğüslerini gere gere söylüyorlar. Sağolunuz, madem gazeteyi almıyorsunuz bu celallenmek niye? Mevzu mu azaldı? Nedir?"
Son söz: Her ters düşmede gazeteci kovmak Türkiye'de basını daha özgür kılmıyor.
Nuray Mert'in gönderilmesi sonrasında epey yazı yazıldı, tweet atıldı. Hasan Cemal, "Cumhuriyet'in Nuray Mert kararını kınıyorum!" başlıklı yazısında şunları söyledi: "Görüşlerini beğenirsiniz, beğenmezsiniz. 'Evrim teorisi'ne ilişkin yazısına kızabilirsiniz. Müftü nikâhı hakkında yazdıklarına katılmayabilirsiniz. Olabilir, farklı bakış açıları... Ama ifade özgürlüğü bunun için vardır. Farklılıkları savunabilmekten geçer özgürlük...Eğer Cumhuriyet büyütülmek isteniyorsa, daha etkili bir gazete amaçlanıyorsa, bunun yolu gazetenin yorum ve haber yelpazesinin genişletilmesinden geçiyor...Her ciddi gazete gibi, Cumhuriyet'in de hiç kuşkusuz bir editoryal çizgisi olacaktır. Ama bu çizgi, 'yorum ve haber yelpazesi'nde daralmaya yol açmayacaktır..."
T24'te Ahmet Talimciler, "Demokratlığımız da bize özgü" başlıklı yazısında, "Demokratlık konusunda bu ülkenin sağ’ı da, sol’u da hiçbir dönem iyi sınavlar vermemişlerdir. Benzer durum kendisini ilerici, çağdaş, laik olarak görenler açısından da maalesef böyle tezahür etmiştir. Her ne kadar bu cenahtakiler, demokratlık konusunda kendilerini yerlere göklere sığdırmama gibi bir anlayış içerisinde olsalar da, durum bu minval üzerinde cereyan etmektedir. Bunun en son örneği ise Cumhuriyet gazetesinin Nuray Mert’in yazılarına son vermesi durumudur" dedi.
T24'te Oya Baydar, "Tekçi bağnazlığımızın aynası: Cumhuriyet vakası" başlıklı yazısında, "Nuray Mert’in, evrim konusunda olsun müftülük nikahı konusunda olsun, görüşlerine katılmıyorum. Aynı gazetede görüşlerine, üsluplarına hiç mi hiç katılmadığım başka yazarlar da var. Böyle bir çeşitliliğin okur açısından olduğu kadar gazete yönetimi açısından da zenginlik olduğunu düşünüyorum. Kişilik yıpratmasına, haysiyet cellatlığına soyunmadan, hakaret etmeden, ihbar etmeden farklı görüşler gazete içinde de tartışılabilmeli; okur bütün görüşlerden haberdar olup kendi düşüncesini özgürce üretmeli. Hele de eğitimli, nitelikli okuruyla övünen Cumhuriyet gibi bir gazetede… Ama, ah o genlerimize işlemiş tekcilik! Ah o 'benden farklı düşünen, benim doğrumu kabul etmeyen susturulmalıdır' anlayışı…" diye yazdı.
Yeni Şafak'ta Kemal Öztürk, "İlk taşı günahsız olanınız atsın" başlıklı yazısında, "Her gün, her kesimden meslektaşımız, yazarlar işinden oluyor, yazısı sansürleniyor, baskı görüyor. Yine de her mahalle kendi muhtarını övüyor ve hatalarını görmezden geliyor. Ve her mahalle günahını gizlemekte usta zannediyor kendini. Oysa değiller" dedi.
Sözcü'de Ümit Zileli, "Paydaş liberallerin kepaze geçmişi" başlıklı yazısında, "Nuray Mert'in sütununun kapatılması gayet doğru bir karardır bence, ama yetmez!... Gazetenin böylesine acıklı bir konuma savrulmasında emeği geçenlerin tümü o kapıdan dönmemecesine çıkıp gitmedikçe olmaz... Cumhuriyet'in kurtulmasının biricik yolu budur" diye yazdı.
Evrensel'de Esra Arsan, "Cumhuriyet ve Nuray Mert" başlıklı yazısında, "Bir gazete, hem muhalifliği nedeniyle iktidarın hedefiyken, yazarları ve yöneticileri hapse atılırken, aynı zamanda gazetenin yayın ilkelerine aykırı yazılar yazan ve okurlarını dehşete düşüren bir köşe yazarının yazılarına son verebilir mi? Bence verebilir" diyerek Cumhuriyet'in kararını olumlayan bir yazı yazdı. Aslında Esra Arsan soruyu şöyle de sorabilirdi: Bir gazete hem ifade ve basın özgürlüğü savunusu yapıp hem de ifadelerinden dolayı bir yazarının yazılarına son verebilir mi? Ayrıca, Esra Arsan'ın, bakınız ABD'de St. Louis Post-Dispatch gazetesinin köşe yazarı Stacy Washington'u, bireysel silahlanmayı destekleyen köşe yazısı nedeniyle işten çıkardığını savunarak, "Böyle düşünen bir köşe yazarının da düşüncesini yazılarında ifade etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ancak bir gazetenin yayın ilkelerini ve okur hassasiyetlerini dikkate almadan yazılan yazılar, o gazetenin okurlarıyla yöneticilerini karşı karşıya getirir. Bu durum sadece gazete yönetiminin değil, aynı zamanda yazarın da sorunudur. Çünkü çalıştığı gazetenin yayın ilkelerine aykırı görüşleri savunan bir yazar, zaten kendisi isyan bayrağını çekmiş demektir" diye yazdı. Oysa durum biraz farklı. Gazete, yazarın Ulusal Silah Derneği (National Riffle Association) ile olan ilişkilerinin açığa çıkması nedeniyle "çıkar çatışması" oluştuğunu, bu nedenle yazarın yazılarına son verdiğini açıkladı: "Köşe yazarlarının, çıkar çatışmasına yol açabilecek konularda yazdıklarında çıkar çatışmasını tümüyle açıklamaları beklenir." Nasıl, doğru bir ilke değil mi?
Ben de RS FM'de Zafer Arapkirli ile Seyr-ü Sabah programında bu konudaki düşüncelerimi paylaştım.
Cumhuriyet yazarları savunmada
Nilgün Cerrahoğlu, "Cumhuriyet'te ifade özgürlüğü" başlıklı yazısında, Nuray Mert'in kovulmasını şöyle savunuyor: "Laiklik', bu gazetenin kırmızı çizgisi. Mert bu kırmızı çizgiyi yok var sayarak, Cumhuriyet’i kişisel 'blog' misali, özel gündeminin bir şahsi platformu olarak gördüyse yanılmıştır."
Ali Sirmen, "Zorunlu bir açıklama" başlıklı yazısında, ifade özgürlüğünün sınırını çiziyor: "Demokrasinin temel öğelerinden birinin ifade özgürlüğü olduğu konusunda en ufak şüphem yok. Ama hemen belirtmeliyim ki her düşüncenin kendini her türlü siyasal ve ekonomik baskıdan azade olarak, ifade olanağına sahip olması demek olan ifade özgürlüğü her şeyin, her yerde savunulması anlamını taşımaz...Nasıl, Zaman gazetesinde laiklik savaşımını sürdürmeye kalkışmak, onu yapana da Zaman gazetesine de laikliğe de bir şey kazandırmayacak bir saçmalık ise laik Cumhuriyet’in kazanım ve ilkelerini savunmak için kurulmuş ve bütün tarihi boyunca bu işlevine titizlikle sahip çıkmış Cumhuriyet gazetesinin de laik Cumhuriyet veya Kemalizm ile hesaplaşma platformu haline getirilmesine seyirci kalınması, demokrasi ve ifade özgürlüğü değil, eninde sonunda gazeteye zarar verecek olan (nitekim vermiştir de) bir başı bozukluktur."
Orhan Bursalı, "Cumhuriyet'e saldırı: Liberal mantığın sefaleti" başlıklı yazısında şunları söylüyor: "Neden Türkiye ve dünyada bu kadar farklı görüşler savunan medya var? O zaman tüm medyayı tek bir noktada birleştirelim ve herkes görüşlerini orada yazsın. Böyle bir şey olabilir mi? Her yayın organının “editoryal”, “kuruluş yayın ilkeleri” var. Bu doğrultuda dünyaya ve olaylara bakarlar...Suçlamalar, Cumhuriyet’e, bir varlık olarak kendini savunma - var etme hakkına saldırıdır. Herkesin liboşluğa bulaştığı ortamda bulaşmayanlara tahammül yoktur. Nuray Mert gibilerin neden peşinden koşuldu?"
Mine Kırıkkanat, "Cüppeli ve cüppesiz fırsatçılık!" başlıklı yazısında Nuray Mert'in gönderilmesinin neden doğru olduğunu şöyle açıklıyor: "Cumhuriyet’in aydın ve kadim okuru, Nuray Mert’in kontra gibi sunup nabza göre verdiği popülizm şerbetini yutmadı!..Nuray Mert’i, gazetesinin ilkeleriyle bütünleşen okurunun onun gibi laiklik düşmanlarına asla yar etmeyeceği Cumhuriyet’ten, benim için 2005’te Radikal gazetesinde yazdığı Türkçesi bozuk tümceyle uğurluyorum: 'Bu noktada, şahsen, bu dille yazan biriyle aynı gazetede yazmaktan utandığımı ve kamuoyundan özür dilemek durumunda hissettiğimi açıklamak gereği duyuyorum'."
Işıl Özgentürk, "Kara çarşafın karanlığında" başlıklı yazısında şunları yazdı: "Bu arada bazı arkadaşlar, ne kadar demokrat ne kadar insan haklarına saygılı olduklarını göstermek için gazetemizin yayın ilkelerine ters düştüğü için görevine son verilen Nuray Mert’in üstünden hepimize ders vermeye çalışıyorlar. Bu arada gazeteyi almadıklarını da göğüslerini gere gere söylüyorlar. Sağolunuz, madem gazeteyi almıyorsunuz bu celallenmek niye? Mevzu mu azaldı? Nedir?"
Son söz: Her ters düşmede gazeteci kovmak Türkiye'de basını daha özgür kılmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder